Dünyanın Güneş Etrafında Döndüğünü Kim Söyledi? Bilimin Merkezinden Toplumun Yörüngesine
Bir Sosyoloğun Samimi Gözlemleri
Bir sosyolog olarak her zaman şunu merak etmişimdir: “Gerçeği söylemek, hangi toplumlarda mümkün hale gelir?” Dünyanın Güneş etrafında döndüğünü ilk kez yüksek sesle dile getiren isim, elbette Nicolaus Copernicus idi. Ancak bu bilgi, yalnızca bir astronomik gözlem değildi; aynı zamanda toplumsal bir meydan okumaydı. Çünkü o dönemde bilgi, yalnızca kutsal metinlerin ve otoritelerin tekelindeydi.
Bir insanın “Dünya dönüyor” diyebilmesi, sadece bilimi değil, toplumu da sarsan bir devrimdi.
Bu yazıda bu soruyu yalnızca bilim tarihi açısından değil, sosyolojik bir çerçevede tartışmak istiyorum:
Toplumlar neden bazı fikirleri kolayca kabul ederken, bazılarını bastırır?
Ve neden bu fikirlerin sözcüleri genellikle erkekler olur?
Toplumsal Normlar ve Bilginin Meşruiyeti
Toplum, her zaman bir “düzen” ister.
Bu düzenin sürdürülebilmesi için toplumsal normlar oluşturulur — yani neyin doğru, neyin yanlış, neyin söylenebilir, neyin susulması gerektiğini belirleyen görünmez kurallar.
Copernicus’un fikri, yalnızca bilimsel bir gerçeği değil; bu görünmez düzeni de sorguluyordu.
O dönemde “Dünya evrenin merkezindedir” inancı, sadece astronomik değil, toplumsal bir hiyerarşinin yansımasıydı.
İnsan, Tanrı’nın yaratısında merkezde olmalıydı; çünkü toplumun kendisi de erkek, din adamı ve güç sahiplerinin merkezinde şekillenmişti.
Bu merkez, aslında iktidarın ideolojik temsiliydi. Copernicus, “Dünya dönüyor” dediğinde, bu merkezin sabitliğini değil, kırılganlığını ortaya koydu.
Bilimsel Gerçekler ve Cinsiyet Rolleri
Tarih boyunca bilgi üretiminin merkezinde erkekler olmuştur. Ancak bu durum, erkeklerin doğuştan daha zeki olmasından değil, toplumun onlara bilgi üretme hakkını tanımasından kaynaklanır.
Erkekler genellikle yapısal işlevlere odaklanmıştır: sistem kurmak, tanımlamak, düzeni açıklamak.
Kadınlar ise ilişkisel bağları korumuş, toplumsal dayanışmayı, duygusal bütünlüğü ve sürekliliği sağlamıştır.
Bir erkek, “Dünya dönüyor” dediğinde düzeni sorgular;
bir kadın, “Ev dönüyor” dediğinde toplumu yeniden kurar.
İşte bu ayrım, bilgi üretiminin toplumsal cinsiyetle nasıl örüldüğünü gösterir.
Erkek bilimi, sistemin doğasını çözmeye yöneliktir;
kadın bilgeliği ise sistemin içindeki insan ilişkilerini anlamaya.
Kültürel Pratikler ve Bilginin Toplumsal Hafızası
Her toplum, kültürel pratikler aracılığıyla “neyin bilgi sayılacağını” belirler.
Avrupa’da Rönesans döneminde bilim, kilise otoritesine karşı özgürleşmeye çalışırken, toplumsal cinsiyet rolleri bu özgürleşmenin dışında kalmıştır. Kadınlar, ev içi rollerle sınırlandırılmış, kamusal alanda bilgi üretimine katılamamıştır.
Copernicus’un kuramı, bilimi evrenselleştirmiş gibi görünse de aslında bilginin cinsiyetini değiştirmemiştir.
Kadınlar hâlâ görünmez kalmış, bilgi üretimi erkeklerin diliyle, erkeklerin biçimiyle aktarılmıştır.
Bu, günümüz toplumlarında da değişmemiştir.
Bugün bir erkek bilim insanı “yeni bir teori” açıkladığında kahramanlaşırken, bir kadın aynı şeyi söylediğinde “aykırı” olarak etiketlenebilir.
Bu fark, kültürel hafızanın cinsiyetlendirilmiş yapısını açıkça gösterir.
Toplumun Merkezini Değiştirmek: Güneşten Daha Zor
Copernicus’un buluşu, gezegenlerin değil, düşüncenin eksenini değiştirdi.
Ama sosyolojik açıdan asıl sorulması gereken şu:
Biz, kendi toplumsal sistemlerimizin merkezini değiştirebildik mi?
Bugün hâlâ birçok toplumda erkek, “rasyonel merkez”; kadın ise “duygusal çevre” olarak konumlanır.
Erkeklerin yapısal kararları, kadınların ilişkisel dengeleriyle taşınır.
Tıpkı gezegenlerin Güneş etrafında dönmesi gibi, toplum da görünmez bir dengeyle işler — biri sistem kurar, diğeri o sistemi yaşatır.
Fakat gerçek dönüşüm, tıpkı evrende olduğu gibi, karşılıklı çekimle gerçekleşir.
Toplumun ilerlemesi, hem yapısal hem ilişkisel gücün birlikte hareket etmesine bağlıdır.
Dünyanın Dönüşü ve Toplumun Evrimi
“Dünya dönüyor” demek, yalnızca fiziksel bir gerçekliği açıklamak değildir; aynı zamanda zihinsel bir devrimdir.
Toplumsal açıdan bu cümle, bireyin otoriteye karşı kendi gözlemini, kendi deneyimini koyabilme cesaretidir.
Her birey, kendi çağının Copernicus’udur — farkına varsa da varmasa da.
Bugün bilgiye erişim, tarih boyunca hiç olmadığı kadar kolay.
Ama toplumsal normlar hâlâ bilginin kim tarafından üretilebileceğini ve kimin konuşma hakkına sahip olduğunu belirliyor.
Bir kadın araştırmacı, kendi toplumuna “bu sistem dönüyor” dediğinde, hâlâ Copernicus’un yaşadığı dirençle karşılaşabiliyor.
Sonuç: Merkez Değişti, Ama Kim Merkezde?
Dünyanın Güneş etrafında döndüğünü kim söyledi?
Evet, Copernicus bunu söyledi.
Ama bu söz, bir bireyin değil, insanlığın kendi merkezini sorgulama cesaretinin ifadesidir.
Toplumsal olarak hâlâ öğrenmemiz gereken şey şu:
Evren dönüyor, toplum değişiyor, bilgi çoğalıyor.
Ama biz hâlâ kendi küçük dünyalarımızda kimlerin merkezde, kimlerin yörüngede olduğunu tartışıyoruz.
Belki de artık sormamız gereken yeni soru şudur:
“Gerçekten dönen dünya mı, yoksa değişen biz miyiz?”
Bu sorunun cevabını aramak, yalnızca bilimin değil; toplumun da kendini yeniden kurma yolculuğudur.